Merhaba okuyucu! Seni gönülden selamlıyorum. Bu yazıyı, seni harekete geçirecek bir müzikle birlikte okumanı tavsiye ediyorum. Tercihen herhangi bir motivasyon müziği olabilir. Eğer izlemediysen Truman Show filmini de izleyebilirsin. İzledikten sonra sana anlatmak istediklerimin kafanda yerli yerine geçip oturduklarını hissedeceksin.
Herkes bir şeyler uğruna yaşıyor bu hayatta. Kimi annesi, oğlu için yaşıyor, kimi kafasına koymuş bir dava onun uğruna günlerce çalışıyor. Kimi zengin olmak ve itibar görmek için yaşıyor. Kimi gerçek aşkı arıyor. Neyin uğruna yaşıyorsun dediklerinde Allah rızası için diyecek birçok kişi varsa da anlık durumlarda başka amaçlar güdebiliyor insan kafasındaki genel amaca hizmet etmese de. Ama mutlaka yaşıyor olmamızın sebepleri olacağını idrak edebiliyoruz. Neden dünyaya geldiğimizi sorguluyoruz. Peki bir süre sonra her şeyin sanki kurgulanmışçasına monoton gelişmeye başladığını fark edersek ne olur? Aslında tüm dünyada elektrikler kesilmiş ve sadece bizim odamızın ışığı yanıyormuş gibi hissedersek? Diğer insanların hepsi kendilerine verilmiş metni oynayan birer oyuncuysa? İşte bahsettiğim film karakteri Truman, tam da böyle hissediyor.
Bir gün dostuna ‘hayatının bir şey için hazırlandığını hissettin mi?’ diye soruyor. Sokaktan geçen insanların onu kendilerine bir görev verilmiş izlenimi oluşturacak monotonlukta, aynı ifadelerle selamladıklarını fark ediyor. Ve en önemlisi babasının ve gençliğinde sevdiği kızın Fiji Adaları’na gittiğini biliyor. Ama Fiji Adaları oldukça uzak ve gitmesi zor bir yer. Bir metafor da olsa Fiji Adaları, yani içinde yaşıyor olduğumuz hayatı bırakıp hiç tanınmadığımız, bilmediğimiz bir noktaya kadar gitme fikri bize tanıdık geliyor.
Karakterimiz küçük bir teknede bu zorlu yolculuğa çıkıyor ve sonunda ulaştığı yer, sahilden denize baktığımızda gördüğümüz ufuk çizgisi. Sanki tekneye binip ilerledikçe kıyıya doğru yaklaşamayıp başta gördüğünüz o sınırda kalıyorsunuz. Sanki çizilmiş bir evrenin son çizgisini aşmaya çalışıyorsunuz. Tam orada bebekliğinden beri izlenildiğini, etrafındaki herkesin ve her şeyin bunu yapan televizyoncunun ütopyasının gerçekliğini ve muhteşemliğini kanıtlamak için olduğunu öğreniyor. Yani bir şirket tarafından evlat edinildiğini ve onun hayatını dış dünyadaki tüm insanların izlediğini. Karakterimiz bu yalanın içinden çıkmak istiyor ama dizi yapımcısı ona vaat ettiği dünyanın gerçek dünyadan çok daha zararsız olduğunu söylüyor.
Benim yaşadığım dünya daha acımasız deyip projesini savunuyor. Hiçbiri gerçek değildi ama sen gerçeksin diyor. Truman, yine de bu yalanı yaşamak istemeyince bir kapı beliriyor. Kapıyı açıyor ancak arkası karanlık. Kendisini karanlığa bırakıyor. Gerçekliğin bilinmezliğine…
İnsanın her zaman geleceği bir üst düzey mevki vardır. Öğrenerek bitiremeyeceği kadar büyük bir gerçeklik sunulmuştur ona. İnsan beşeri dünyayı aşacak bir düzeyde yaratılmıştır. Yani hiçbir şey yokken de hali hazırda var olanı tahayyül edebilecek bir seviyede.
Karaktere yapılan şey -annesiz babasız bir çocuğun tüm hayatını şirket ütopyasında beş bin tane kamerayla herkesle paylaşmak- insanca değildir. Zaten karakter de normal halde devam eden yalan bir dünyayı değil tehlikelerle dolu gerçek dünyayı tercih etmiştir. Bunu inandığı metaforla yani Fiji Adaları aracılığıyla gerçekleştirmiştir. Bir yalan da olsa samimiyetle inanarak ve peşinden giderek. Yalanına bir ömür verip karşılığını alarak.
İnsana atılan en büyük kazıktır onu bir kurguya dahil edip işte burada özgürsün denilmesi. Sanal alem gibi.- İstediğin her şeyi ‘bu platformda’ yapabilirsin- Seni istediği şekilde yönlendirir. Aynı şeyi defalarca okutur sana ve kafana yerleştirir. Nasıl biri olman gerektiğini, onun senden ne istediğini usul usul işler zihnine. Onun alanına girmediğin takdirde birçok şeyi kaçırdığını hissettirir sana. Oysa sosyal medyada en fazla Demet Akalın’ın ilişki durumunu kaçırırız ya da yan komşunun aldığı yeni elbisesini.
Eskiden insanlar neden fotoğraf çekiyorlardı diye sordum alelade yoldan geçen bir teyzeye. Evraklarda kullanırlardı, evlilik cüzdanlarında kullanırlardı dedi. Kimlik kargaşasını engelleyen bir durumdu fotoğraflar. Sonra insanlar zihinlerindeki anılarını elleriyle tutmak istediler. Şimdi rüyalarımızı kaydetmek istediğimiz gibi. Sonra da ellerinde tuttukları anılarıyla övünmeye başladılar. Ne kadar çok övünürlerse o kadar memnun oldular bunu neden yaptıklarını hiç düşünmeden. Düşünsenize teknoloji gelişip rüyalarımız kaydedilmeye başlandığında en güzel rüyayı ben görmüşüm işte bakın izleyin dediğimizi.
Bence hepimiz onlardan biriyiz. Kendini insanlara kanıtlamaya çalışan herkes onlardan biri. Yaşarken bir üst kattaki büyük pencereden hayatımızı ara ara izlemeliyiz. Bazen neyi neden yaptığımızı bilemiyoruz çünkü onu yapmaya itiliyoruz. Peki kim bizi yönlendiriyor?
Yıllar önceki çizgi filmlerde yapılan araya sıkıştırılmış tahminlerin gerçek olması şeytani yapılanmanın sizi yönetiyoruz izlenimi vermeye çalışmasından ibaret. 23.06.2037 yılına alarmı kurup alarmın ismine de o gün yapılacak bir şey yazdığınızı düşünün. Nedense bu ya bomba oluyor ya savaş… sonra o gün alarm çalıyor ve yapmış oluyorsunuz çünkü planladınız. Hep daha kötüyü daha da kötüyü planladınız.
Mutlu olmak için yaşayan insanlar zengin olmak için yaşayanlardan daha az. Çünkü sosyal medyada gördüğümüz şeyleri satın almak bizi çok daha mutlu etmeye başladı. Dizilerde de fakir ve mutsuz genç kızlar zengin adamlarla evlendikten sonra zevk sefa sürmeye başladı. Demek ki para var huzur var. Zaten İnstagram’da da defalarca gördüğümüz gönderilerde bu cümle yazıyordu. Hatta Onedio sosyal içerik formu senin için ‘bunun da her şeyden haberi var’ denmesini istiyorsan bildirimleri aç seçeneği oluşturmuş.
Herhangi bir tanrı insana dünya ve ahiret mutluluğunu vaat ediyor. O halde ya tanrıyı öldürecekler ya da mutluluk kavramını değiştirecekler. Başta iyi görünen bilinçli seçilmiş cemaat liderleri, meditasyon taktikleri, mitolojik varlıklarla da manevi eksikliği dengelemeye çalıştılar.
Hepimizde ortak bir farkındayım ama icraata geçemiyorum problemi var. Zaten olmamızı istedikleri tek bir model var ve artık sorunlarımız bile birbirimizle aynı.
Kendimize güvenmeliyiz, kendimizi sevmeliyiz, başarabiliriz, çalışırsak yapamayacağımız hiçbir şey yok. Çünkü başarının öznesi biziz.
İslam dinindeki tevekkül kavramı insanı sadece çalışmaya ve ümit etmeye yönlendirir. Yani icraata geçemeyen insanların ilacı olan iki kavrama. Çünkü vesveselerle bir türü harekete geçemeyen biri, bununla savaşır ve her seferinde yenilir. Sonra da kazanamayacağına inanır ve çalışmaz, son ana kadar çalışmaz, giderek son an bile çalışmaz. Dolayısıyla ümidi de kalmaz. İşte insanlar böylece pasifize edilmiş olur ancak yaşamaya devam ederler. O halde ellerine başka bir dünya verilir: sanal alem. Orada dilediği kadar başarılı görünür ve kendini tatmin eder.
Dediğim gibi ortak sorunlarımız var. Bu film bize açıkça bazı şeyleri gösteriyor ama biz yine hareket edemiyoruz. Çünkü vesveselerden kurtulamıyoruz. Bu vesveselerden ilk olarak her anımızı ilan ettiğimiz ortamları bırakıp verdiğimiz kararları içimizde uygulamak. Kimseye bahsetmeden kendi kendimize onları yürürlüğe koymak.
İnsan kendinin hem belası hem sefası olabiliyor. Belası olunca kendini öldürüp sefası olunca kendini tanrı ilan ediyor. Çünkü öyle yönlendirildik. Biz başardık. Çabalayıp sonucunu Allaha bırakmadık onu da yüklendik. Bıraksaydık razı olabilirdik ama ona güvenmedik. Oysa Üstad Necip Fazıl şöyle diyor: Boşuna gezmişim yok tabiatta içimdeki kadar iniş ve çıkış. Biz bile kendimize düşman olabilirken Allah her zaman dostumuzdur.
Şeytan seni izliyor ona fark ettirmeden kazanmaya bak. Kalbindeki Allah rızası gibi temiz bir niyetin samimiyetinden gösterişe yer kalmasın istiyorum. Aslında hepimiz, birbirimiz için bunu istiyoruz.
Bizim Fiji Adalarımız gönlümüze koyduğumuz Rabbimizdir. Ona ulaşmak zordur, nefsi, şeytanı alt etmeyi gerektirir ancak biz kapının arkasındaki karanlığın gerçek olduğunu biliyoruz. Başarılı olsak da yani ona ulaşsak da ulaşamasak da önemli olan elimizden geldiğince gayret etmektir. Onu ümit etmektir.
Ülkendeki kuşlardan ne haber vardır
Mezarlardan bile yükselen bir bahar vardır
Aşk celladından ne çıkar madem ki yar vardır
Yoktan da vardan da ötede bir Var vardır
Hep suç bende değil beni yakıp yıkan bir nazar vardır
O şarkıya özenip söylenecek mısralar vardır
Sakın kader deme kaderin üstünde bir kader vardır
Ne yapsalar boş göklerden gelen bir karar vardır
Gün batsa ne olur geceyi onaran bir mimar vardır
Yanmışsam külümden yapılan bir hisar vardır
Yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardır
Sırların sırrına ermek için sende anahtar vardır
Göğsünde sürgününü geri çağıran bir damar vardır
Senden ümit kesmem kalbinde merhamet adlı bir çınar vardır.
Yazan : Müsterih



Yorum Gönder