Genç kız, güneş hareleri ile buluşan Nilgün renk gözlerini, karşıdaki ucu bucağı görünmeyen masmavi denize çevirdi. Tüm renkler onun için tek bir anlam ifade ediyordu. Katran karası…
‘’Oku Meri…’’ diyerek fısıldadı usulca. Sesi, içine hapsolduğu katran karasından kurtuluş için cılız bir ümit gibiydi.
Meri, şefkat dolu bakışlarını bir müddet genç kızın üzerinde dolaştırdı. Sarı saçları güneşin etkisi ile altın gibi parlıyor, bukleleri içine düştüğü karanlığa inat ışık saçıyordu. Uzun ve kıvrık kirpikleri her hareket ettiğinde beyaz tenine gölge düşürüyor, düşen bu gölge bile genç kızın dünyası kadar siyahlık arz etmiyordu.
Derin bir iç çekip bakışlarını elinde tuttuğu dergiye indirerek okumaya başladı;
‘’O, güzelliği ile ayın on ikisini andırırdı. Medine-i Münevvere’de dillere destan bir cemali vardı. Üstelik tüm Medine halkının dilden dile destanlaştırdığı tek şey güzelliği değildi. O dönemde Medine-i Münevvere’nin önde gelen sayılı zenginlerindendi Hifa Hatun.
Böylesine güzel olması, yüreğinde taşıdığı sonsuz iman aşkından geliyordu şüphesiz… Günün birinde alemlerin sultanı iki cihan serveri Peygamber efendimizin huzuruna vardı. Asla üzerinden çıkarmadığı edep libasına sıkıca sarılarak Rasulullah’a;
‘‘Ey Allah’ın Resulü, sevgilisi, anam babam sana feda olsun. Bana, beni cennete götürecek bir iş (amel) öğret’’ dedi.
Onun tek derdi cennet, tek dileği Cemalûllah’tı. Kalbi Allah aşkı ile yanan dünyadaki diğer güzellikleri neylesin…
Peygamber Efendimiz şöyle buyurdular;
‘‘Önce bir evlilik yapman elzemdir. Bununla dininin yarısını emniyete alırsın.’’
Evlilik? Yüreğinde İslam mumu yanan Hifa hatunun şimdiye değin düşünmüş olduğu bir şey değildi. Cennet ve Cemalüllah için iman, ibadet ve takva gerekli sanıyordu. Demek ki, hayırlı bir evlilik de Allah’ın indinde ibadet makamındaydı.
‘‘Ey Allah’ın Resulü, benim için hayırlı olan eş kimdir?’’ diyerek aklındaki soruyu yönelttikten sonra devam etti konuşmasına; ‘‘Benimle Habeş kralı Necaşi evlenmek istedi, lakin ben onun teklifini geri çevirdim. Hatta yüz deve ile pek çok ziynet veren de oldu, onu da kabul etmedim. Şimdi ise siz, ahrette kurtuluşun evlilikle olduğunu buyuruyorsunuz, Ya Resulullah, siz kimi uygun görürseniz ben ona razıyım.’’ Diyerek konuşmasını noktaladı.
‘‘Teslimiyet…’’ diyerek fısıldadı genç kız.
Meri, okuduğu satırdan bakışlarını kaldırmadan dudaklarını kıpırdattı;
‘‘Hem de ne teslimiyet...’’
‘‘İman, taklidi olmayan iman...’’ Diyerek okumaya devam etti Meri, genç kızdan ses çıkmayınca.
‘‘Tahkiki iman. Gerçek iman. Saf, temiz, nurlarla çevrili iman. Hifa hatundaki teslimiyet, gözünü dahi kırpmadan içinde, ufak bir tereddüt kırıntısı bile bulmadan Resulullah’a olan inancı, sevgisi, itaati… Hangi dünyevi kelime bunları açıklamaya kadir olabilir ki?
Allah Resulu, Hifa hatunun güzelliğinin dillerden dillere dolaştığını, şimdi kimin ismini zikretse, ashabından diğerinin ümitsiz olacağını, kalbinin hüzne akran olacağını bildiği için;
‘‘Yarın sabah mescide en evvel kim gelirse onunla evlen.’’ Diye buyurdular..
Şimdi sor kendine sevgili okur. Müslüman mısın? Cevabın evetse hiç durma bir soru daha yönelt nefsine. Resulullah’ı seviyor musun? Cevap hiç şüphesiz ‘Evet’ değil mi? Pekala asıl soruya gelelim o halde sevgili okur.
Hifa hatunun yerine koy kendini. Resulullah Mescide en erken kim gelirse onunla evleneceğini buyurdu, ondaki teslimiyeti gösterecek yüreğin var mı? Kim olacağını dahi bilmediğin adamla sırf Resulullah’a olan sevgin, itaatin, sırf cennet ve Cemalullah için evlenir miydin?
Ah! Hadi ama sevgili okur. Vicdanının sesini nefsinin sesi ile tıkamaya çalışma boşuna. Vicdanın sızlasa da, nefsin ‘Ene’ ‘ene’ diye bağırmakta.
Öyleyse imanını tazeleme vakti gelmedi mi sence de ? Eşhedü Elle İlahe İllallah ve Eşhedü Enne Muhammeden Abduhü veResulühü…
Ertesi sabah olmuş ve Resulullah merak içinde mescide ilk gelecek o kişiyi beklemektedir. Takdiri ilahi bu ya o sabah Rahman ve Rahim olan Allah ashabı kirama öyle bir uyku verdi ki, hiç biri uyanamadılar, içlerinden biri hariç.
Süheyb…
‘O’ kimsesi olmayan, fakir, rengi siyaha yakın, görünüşü güzel olmayan, uzun boylu, zayıf ve çelimsiz bir sahabeydi… Hifa hatunun tam aksine…
Resulullah namazın akabinde Hifa hatunu çağırarak durumu kendisine haber verdi ve Hifa hatun ile Süheyb’i nikahladı.
Resulullah;
‘‘Ey Süheyb! Kalk ve hanımının elinden tutup evine götür.’’ Buyurdu.
Bunun üzerine Süheyb, eğik olan başını daha da yere eğdi. Utana sıkıla birkaç cümle çıktı dudaklarından;
‘‘Benim ne içinde yatacak ne de barınacak bir evim var. Benim evim mescittir Ya Rasulullah.’’
Bunun üzerine Hifa hatun Süheyb’e, on bin dirhem gümüşlük bir kese göndererek filanca yerdeki konağı da ona hediye ettiğini kendisini oraya götürmesini istediğini bildirdi.
Peygamber Efendimiz onlara dualar etti ve Hifa hatun ile Süheyb evlerine uğurlandı.
Akşam olup nihayet vakitler yatma anını işaret edince Hifa hatun, Süheyb’i muhatap alarak konuşmaya başladı.
‘‘Ey Süheyb! Ben senin için nimetim, sense benim için mihnetsin (zorluk). Gel bu geceyi ibadet ile geçirelim. Sen Rabbin huzurunda şükredenlerden, ben ise sabredenlerden yazılayım, istemez misin?’’ diye sorduğunda Süheyb hiç tereddütsüz kabul etti.
Doğruydu değil mi? Güzeller güzeli Hifa hatun ona bulunmaz güzide bir nimetti. Kendisi ise O’na ağır, sabrı zor bir mihnet. Ne güzelliği vardı, ne tek kuruş parası. Süheyb Hifa’ya mihnetten başka ne olabilirdi ki?
Hal bunu işaret etse de aslında Süheyb Hifa’ya Cennete giden o yolda yoldaş olmuş, başını sokacak bir evi dahi yokken onu ellerinden tutup Cennet’e ulaştırmıştı.
O gecenin her dakikasını ibadet ve dua ile geçirdiler. Gün sabaha çalıp ezanın o muazzam sesi gökleri aştığında Süheyb kalkıp sabah namazını ifa etmek için mescidin yolunu tuttu.
Namazın akabinde Resülullah ile tesadüf ettiklerinde Allah Resulu Süheyb’e sordu;
‘‘Ey Süheyb, geceki halinizi sen mi bildirirsin yoksa ben mi anlatayım.?’’
Süheyb; ‘‘Şüphesiz Allah Resulü daha iyi bilendir.’’ Diyerek cevapladığında Resulullah dün geceki ibadetlerden bahsettikten sonra ikisini de sonsuz sevince gark edecek o havadisi ulaştırdı;
‘‘Siz cennetliksiniz ve Cemalüllah ile şereflendirildiniz.’’
Bu cümle mümin bir kimse için uğruna her şey feda edilebilecek bir müjdedir hiç şüphesiz.
Bunun üzerine Süheyb başını secdeye yasladı ve sevincini yüreğinden geçirip diline dökerek duaya dönüştürdü;
‘‘Ya Rabbi; Eğer beni bağışlamışsan, hiçbir günaha bulaşmadan ruhumu kabz et!’’ dedi.
Hakim ve Kadir olan Allah Süheyb başını secdeden kaldırmadan ruhunu aldı. Sahabeler gözyaşlarına boğulmuşlardı. Belki de hepsinin duasını yaşıyordu Süheyb…
Resulullah gözlerinden akan inci taneleri eşliğinde konuşmaya başladı, her bir inci huzuru simgeliyordu şüphesiz;
‘‘Size daha şaşılacak bir şey söyleyeyim mi? Şuan Hifa hatunda ruhunu Alemlerin Rabbine teslim etmiştir. ‘’ buyurdular.
Meri, satırları bulanık görmesine sebep olan yaşları parmağı ile silerken bir yandan da burnunu çekiyordu. Titrek çıkan sesi kesilip, kısık kısık soluklara bırakmıştı kendini. Gözleri bir aralık genç kıza kaydığında oturduğu divanın üzerinde yüzünü ellerinin arasına gömmüş hiç ses çıkarmadan ağladığını gördü. O hep böyle değil miydi zaten. Ağlarken bile zarif…
Genç kızın içinde fırtınalar kopuyordu. Lavlar püskürüyor, işittiği teslimiyet, hissettiği iman karşısında tüyleri ürperiyordu.
Meri öksürerek sesini kontrol ettikten sonra devam etti okumasına.
‘’Süheyb ve Hifa hatunu yan yana defnettiler. Birinin mezar taşına ‘Bu, Allah’ın nimetine şükredenin kabridir’ diğerininkine ise ‘Bu, Allah’ın mihnetine sabredenin kabridir.’ Yazdılar.
Ne mutlu nimetin şükrünü eda edebilen Süyehb’e.
Ne mutlu kendisine dokunan mihnete karşılık sapkınlık yapmayarak sabredebilen Hifa’ya…
Bu kıssadan almamız geren hisse şudur ki sevgili okur;
Başarı, dünya nimetleri ile sınırlandırılamaz. Doktor olmak, mühendis olmak, mimar yahut Profesör olmak başarı değildir. Mühim olanı Allah indinde elde edilen başarılardır. Ki oda, Hifa hatun gibi büyük bir yürek ister.
Başarılı bir kadın Müslüman olandır.
Başarılı bir kadın, imanı taklitten çıkıp tahkiki ile buluşandır.
Başarılı bir kadın Cennet ve Cemalullah’ı kazanandır.
Velhasılı kelam sevgili okur, başarılı bir kadın Hifa hatun gibi Cennet Güvercini olandır.
Bazı kadınlar Cennet Güvercinidir.
O’nlardan olabilmemiz dualarımla…’’
Meri elindeki dergiyi divanın kenarına bıraktıktan sonra birkaç küçük hamlede genç kızın yanına gelerek yüzünü gömmüş olduğu ellerinin arasından kurtardı.
Gözyaşları dirseklerine ulaşmıştı genç kızın. Nilgün renkleri kırmızıya çalmış, kan çanağından halliceydi.
İçindeki kor genç kızı durmadan dağlarken, gözyaşları o korun üzerine dökülen kovalarca soğuk su gibi rahatlatıyordu kızı.
Ağlamak, arınmaktı onun indinde. Günahların zekatıydı..
Meri genç kızı kendine doğru çekerek başını göğsüne yasladı. Parmakları sarı saçlarını şefkatle okşarken genç kız çocukluğundan beri tanıdık olan Meri’nin hiç tatmadığı annesinin yerine koyduğu o mis kokusunu ciğerlerine iyice çekti.
Bir tek Meri vardı hayatında. Ona gerçekten değer verdiğini, ne olursa olsun onu asla bırakmayacağını düşündüğü tek kişiydi.
Gözleri ağlamanın bıraktığı kelallikle kapanırken Meri’ye hitaben kurduğu bir cümle, içindeki karanlıktan fırlayıp kaçtı;
‘‘Ben de Cennet Güvercini Olabilir miyim Meri?’’

Yorum Gönder